İlk Ortak Gezimiz

Proje arkadaşlarım, sevgili Türkçe hocalarım Didem Tekin ve Füsun Esin ve kütüphanecimiz Claire Özkal ile, 8 Ocak Pazartesi sabahı kütüphane gezilerimiz için yola çıktık. Bir saate yakın bir sürenin ardından Beyoğlu’nun sakin, Arnavut kaldırımlı bir sokağından aşağı yürüyerek ilk durağımıza vardık. Kısa bir güvenlik prosedürünün ardından, karşımda bütün görkemiyle duran Fransız Sarayı’nı fotoğraflamak, adımımı atar atmaz yaptığım ilk iş oldu. Sonrasında oranın fotoğrafını çekmenin sorun çıkarabileceğini öğrendik ama kendime şunu soruyorum: Bu güzellik sadece gözler içinse, neden Google’da yığınla fotoğrafı var

Amacım bunu burada sorgulamak olmadığından, bu sorunun tohumunu sadece kafanıza dikmekle yetinerek, günün gözbebeğine geçiyorum: Sarayın karşısındaki Fransız Araştırma Kütüphanesi. Mermer, üstüne mavi masa sandalye atılmış ve hatrı sayılır bir manzarası olan (saray ve ahşap çerçeveli pencereden başlayarak etrafı sarmış bitkiler) balkonlu girişten sonra, içeride çok sevimli bir hanım olan Ümit Seyfi Topuz karşılıyor bizi. Kendisi, bütçe kısıtlamasından sonra burada hala çalışan tek kişi. Zor izin alarak giren bizim gibi ziyaretçilere, bir sehpa dolusu Fransızca-Türkçe kitap hediyesi de pek nazik bir jest. Kütüphaneye ayrılmış geniş bir kat boyu gezerken kendimizi, kitapların çeşitliliğinden özellikle ahşap döşeli odadaki ana kucağı misali sıcak ve rahat ortamın dekorasyona gösterilen özenden alamıyoruz. Dilerdim ki, yeterince yetkinliğim (çünkü genelde zengin araştırma kaynakları nedeniyle lisans, doktora ve master öğrencilerinin uğrak noktası) ve yakınlığım olsaydı da o güzelim odalarda her gün ders çalışabilseydim. İzin almak ilk gelişten sonra sıkıntı olmuyormuş zaten, sima olarak çalışan hanım sizi tanıyınca, ücretsiz kütüphane kartından faydalanabiliyorsunuz. 



(Birkaç entersan kitap ve pek güzel Didem Hoca'mız- tam görünmek istemeyebilir diye kesik bir fotoğrafını koydum. Füsun Hoca'mız ve bir arkadaşımın da fotoğraflarından öylesini bulamadığım için mahremiyete saygı açısından koymuyorum.)

Burayla ilgili şu bilginin sizi şaşırtabileceğini düşünüyorum: Bu kütüphane, Fransızlara ait olmasına rağmen, konsolosluktaki medyatekin (teknolojik ekipman, DVD gibi cihazların, çizgi roman gibi grafik eserlerin da bulunduğu kütüphane) aksine, Anadolu’ya dair unsurları konu almış ve Anadolu Araştırmaları Enstitüsü’nün bünyesinde. Ayrıca, Osmanlı ve günümüz dönemlerine ait bir harita koleksiyonları var. Kitaplar ise Türkçe ve Fransızcayla sınırlı değil. Kazılardan gelen bazı arkeologların eşyalarını bile bıraktığı bu kütüphanede, Almanca, Rusça ve İngilizce gibi dillerde yaklaşık 20.000 cilt ve 30.000 kitap var. 

Bir katında nice çeşitli eserleri konuk eden bu kütüphanenin deposunun bir kısmı da yine kitaplara ayrılmış. Bu katta gezerken öğretmenlerimizle beraber bazı kodlamaların ne anlama geldiğini pek merak etmiştik, zira yazar ve kitapların adlarına uyduramamıştık. Ümit Hanım sağ olsun hepimizin sorularını cevapladı. Mesela pek beğendiğim, ağırlıklı olarak arkeolojik kitapların bulunduğu ahşap odadaki raflardan birindeki Ac Si, Antiquité Site manasına geliyormuş (Türkçesi, “Antik Sit Alanları”na tekabül ediyor). İliştirildiği rafa kadar olan kitaplar Ac Si kategorisine giriyor yani. Tabi ki sırf arkeolojik değil, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi veyahut da başka kültürlere dair politik içeriklere rastlayabilirsiniz.
(Methettiğim ahşap oda)

Bu sit alanlarına, iki sene önce Nazilli’deki İpek Hanım’ın Çiftliği’nde, doğanın içinde pek keyifli anlar yaşadığım ziyaret sırasında uğradığımız Aphrodisias’ı da örnek verebilirim. Merak edersiniz diye buradan fotoğrafımı iliştiriyorum. 


Okula da servisleri kaçırmadan dönmek söz konusu olduğu için, biraz erkence bir saat olmasına rağmen, saat on bir sularında yemek molamızı vermek için Kafe Ara'ya gittik. Ara Güler'in pek otantik restoranını, yemeyi seven biri olarak denemek isterdim ama,  o saatte sadece kahvaltılık servisi vardı ve benim gibi kahvaltısını evde etmiş birkaç arkadaşımla, öğretmenlerimizin iznini alarak mekan arayışına çıktık. Sonra son çare, Saray Muhallebicisi'nde... tatlı yemedik. İskender yedik! İşin komik yanı, ben önceki gün çok tatlı yediğim için daha sağlıklı beslenmeyi planlıyordum. Ama mekana lafım yok, gayet lezzetliydi. Ayrıca garson bey, "Baktıkça bizi hatırlarsınız," diyerek bize takvim hediye etti. Mutlu bir şekilde 12.00 olan yeniden buluşma saatimizde Kafe Ara'ya geri döndük. 



Sonrasında öyle bir kütüphaneye gittik ki... Ben şahsen her ülkenin, bütün yayımlarını depoladığı bir milli kütüphanesi olduğunu bilmiyordum. Siz biliyorduysanız belki benim kadar şaşırmazdınız ama ben Beyazıt Milli Kütüphanesi'ne bu yüzden hayran kaldım. Geçerken de  İstanbul Üniversite'sinin nam salmış, devasa ve şaşalı kapısını görme şansını da elde ettim.
(Beyazıt Milli Kütüphanesi'nin girişinden, İstanbul Üniversitesi'ninkini konudan uzaklaşmamak için atmıyorum)

Ben yine kütüphane konusuna döneyim. Burası halka açık ve çok daha kalabalık bir yer olmakla beraber, müthiş bir sessizlik hakimdi. Yine bir hanımefendi bize tur boyunca eşlik etti ve gezdiğimiz beş kat boyunca bize bir sürü bilgi verdi. Ben de yakalayabildiklerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

27,000 çeşit kitap ve 1000 farklı yayımcıdan gazete var. Çeşit derken tabi ki sayıyı değil, türü kastediyorum. Ziya burada 800 000, hatta kabul aşamasındakileri de sayarsak 1 milyona yakın eser barınıyor! Ve sırf Türkiye'de yayımlanmış her kitap ve gazeteyle sınırlı kalmıyor da. Bu dediğim; harita, pul ve kart postal için de geçerli!

Gazeteler yıllara göre ciltlendirilmişler. Mesela bir ciltte Milliyet Gazetesi'nin bir on yıllık süreçte yayınladığı bütün gazeteler var ve bu ciltlemeler belirli bir süre geçtikçe yenileniyor. Yerini bulabilmemiz için "demirbaş numarası" kullanılıyor (gerçek bir örnek vermek gerekirse, rehberimizin o anda seçtiği bir kitaptan, K906). Bilgi erişimi içinse internet üzerinden katalog tarama sistemi kullanılabiliyor.



(Bu kütüphanenin de sırf mimarisiyle bile tarihi bir harika olduğunu söyleyebileceğimiz kanısındayım.)

Son kattan özel bir dosyayı incelemek için inmeden önce ise, gözüme önü kilitlenmiş ve yuvarlak boşlukları olan bir duvarla kaplı bir kısım çarptı. Buranın ne olduğunu sordum kendimi tutamadan. Eskiden çok kıymetli yazmalar buradaymış, fakat sonra başka birimlere kaldırıldıkları için burası boşmuş. Tatmin olmuş bir şekilde aşağı iniyoruz.

Burada duygusal bir sahne yaşanıyor. 10 Kasım 1938'de Atatürk'ün ölümü üzerine atılmış manşetleri, haberleri inceliyoruz çünkü. Koca, kalın sayfalar, onu 79 yıl sonra, hiç tanımadan seven nesilin acısını bile sözcüklere dökmeye yetmiyor. Sessizce fotoğraflıyoruz, sayfaları ellemek için bir yarış...


(Bir sürü manşet fotoğrafımdan en neti)

Son olarak, Görme Engelliler Birimi'ne gidiyoruz. Burada gönüllü okuyucular (ki bu siz, biz de olabiliriz) talep edilen kitapları kabinlerde okuyor. Sonra bunlar kaydedilip, diske basılıp, yurtiçinde çeşitli yerlere, başka görme engellilerin de dinleyebilmesi için yollanıyor.

İlginiz için teşekkür ediyor, bir başka yazımda görüşmek ve muhteşem bir 2018 dileğiyle sizleri uğurluyorum. 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Asya'dan Dünyaya Açılan Lezzet: Suşi

Çarlara Layık Charbroiled Burger

Alsace Gezisi