Noel Kaçamağım: İtalya

Bana çok uzun gelen bir aradan sonra, herkese yeniden merhaba! Size mutlu yıllar dilemekle beraber, bir yılın açılışını terörle yapmamız kadar üzücü bir durum vasıtasıyla, asıl dileğim hepimiz için huzur ve sağlık olacaktır. Mesajım ise, kişisel ve ülke olarak (bunu bütün ülkeler için belirtiyorum) çıkarlarımızı, insanların yaşama hakkının önüne geçirmememiz, özellikle böyle zamanlarda hepimizin aynı gezegenin insanları olduğumuzu hatırlamamızdır.

Türk mutfağından sonra, İtalya yemeklerine duyduğum tiryakilik saklayamayacağım bir gerçek olmakla beraber, hayatımdaki ilk Noel tatilimi, İtalya'da keşfedebileceğim kadar mekan keşfetmeye adadım, çikolata minimumda olmak şartıyla bol bol da tatlı yedim 😉  (özellikle hamur işiyle ünlü olan bir ülkeden biraz daha sivilceli ve birazcık kilo alarak dönmek kaçınılmazdı).

Ama bu sadece bir yemek yazısı olmayacak. Floransa'da ve Roma'da kaldığım otellerden de biraz da olsa bahsedeceğim. "Niye 'Biraz da' ?"  diyorsanız, cevabım şöyle: Bu sefer sırf sizin için çektiğim oda tanıtım videolarından faydalanacağım!

Gece on bir sularında Roma'daki Leonardo da Vinci Havalimanı'na vardık. Taksiyle yarım saate yakın bir süre sonrasında 1800 yılı aşkın süredir tapınak olan Pantheon'un tam karşısındaki Hotel Sole Al Pantheon'a vardık. Resepsiyonda genel bilgiler aldıktan sonra, görevlilerden Denis eşliğinde ek binada olan odamızın yolunu tuttuk.



                          (Otel odasından bir panorama)






(Otelin tam karşısındaki Pantheon tapınağı)


Ek bina otelin asıl binasından on adım uzaklıkta, eski bir apartmana benzeyen bir yapıydı. Odamız en üst katta olduğundan küçük bir asansörle çıktık. Ama asıl dikkatimi çeken (belki de burcumla bağlantısından dolayı 😅 ) duvarlardaki eski, ufak çeşmelerin yanı sıra, otel logosunda ve duvarlardaki koç motifleriydi. Denis'e bunu sorduğumda, buranın 1467'den beri ziyaretçi ağırladığını fakat eskiden tek katlı bir çiftlik evi olduğunu söyledi. Koç da beslenen hayvanlardan bir tanesi olduğu için simgesel olarak logoya koyulmuştu. Odamıza girdiğimizde ise şoke oldum, çünkü normalde fotoğraf açılarından dolayı internette göründüğünden daha küçük çıkar odalar. Oysa burada tam tersiydi: 30 metre kare dediği oda,  tam kahve içip kafa dinlemelik terası ve Pantheon manzarasına açılan mini balkonuyla 50-60 metre kare civarındaydı! Şimdi sanırsınız ki burası çok pahalı bir yerdi de ondandı. Hayır, kesinlikle değildi! 3 kişi, 2 geceliğine, kahvaltı ve ekstralar dahil 380 euro gibi bir fiyata kaldık! Sheraton, Hilton gibi bir yerde kalmaya kalsanız bu paraya ne bu memnuniyeti ne de harika lokasyon ve odayı bulamazsınız, sizi temin ederim. Ballandırarak anlattığımı düşünüyoranız, bir de siz inceleyin:










İtalya'da da artık gece yarısı oluyordu ve servis yapan bir kafe de olmadığı için, otelin yakınında bir dondurmacıya gittik. Adını ne yazık ki hatırlayamadığım dondurmacıda, "Amerikan Kurabiyesi" tadını özellikle beğendim, gerek kokusuyla gerek tadıyla kurabiye yiyormuşum hissi uyandırdı. Sonrasında ise, Noel Pazarı'na bakmaya gittik. Kapalı olmasını geç saatte gitmemize verdik ama ertesi gün öğrendik ki, ne yazık ki Almanya'daki pazara yapılan saldırıdan dolayı kapalıydı. Fakat bu, çevresindeki oyun stantlarında oyun oynayıp, atlı karıncaya binmemize engel olmadı 😆

Roma'daki ikinci ve ne yazık ki son günümüzde, kahvaltımızı otelde ettik. Lezzetli olmasına rağmen, çeşidi bol sayılmazdı, birazcık hayal kırıklığına uğradım. Daha fazla peynir çeşidi ve belki de zeytin olabileceğini düşünüyorum. Favorim, içi krema dolgulu mini çöreklerdi (Doughnut gibi olanların üstünde pudra şekeri var ama sade).



Öğle yemeği rotamız Al Pacino, Robert de Niro, Dustin Hoffman ve Woody Allen gibi ünlü isimlerin de tercih ettiği Taverna İmperiali oldu. Sadece telefondan rezervasyon kabul ettikleri için (bir gün öncesinde Türkiye'den aradığımızı da hatırlatırım), bağlantı kesilmeleri ve mekanın sahibi olan sevimli beyin biraz daha yavaş konuşmamı istemesi falan derken, biraz karışıklık yaşadık. Ama en son, soyadımızı da anlamayıp nerelisiniz diye sorup, "Türk'üz" cevabını alınca "Tamam o zaman, hem Türkleri çok severim!" dedi ve her şey tatlıya bağlandı 😀




Ben yemekte domates soslu ve peynir dolgulu ravioli tercih ettim. Raviolilerin büyük makarnalar olmaları dolayısıyla porsiyonların çok büyük olmayacağını tahmin ediyordum ama doydum ve gayet memnun kaldım.  Fakat annem dilimlenmiş sığır eti, babamsa fındık ile sote edilmiş dana yanak söyledi ve "iyi pişsin" dedikleri halde neredeyse çiğ gibi geldiler. Tadımlık aldığım kadarıyla da babamın yemeğindeki sos güzeldi ancak porsiyon gerçekten küçüktü. Bunun dışında, bize sıcak ve ilgili davrandılar, ortam da aile mekanı olduğunu hissettirdi (dört nesildir süregelen geleneksel metottaki yemekleriyle ilgili menüde de bir not düşmüşler). Bir de babam, giderken içinde bahşişin de bulunduğu hesap kutusunu yanlışlıkla yanında götürdü 😂  Annem fark edince ben koşa koşa geri götürdüm ama anlayışla karşıladılar. Genel olarak, en iyisi diyemesek de fena değildi, denemekten sakınca gelmez.



(Domates soslu, peynir dolgulu ravioli'mi yerken)












(Annemin dilimlenmiş sığır eti, içinin renginden anlayacağınız gibi, çiğ)


(Babamın fındık ile sote edilmiş dana yanağı) 














Tatlımızı, İspanyol Merdivenleri'ne yakın olan tarihi Caffe Greco'da yedik. Personelin kibarlığı ve şıklığı çok hoşumuza gitti. Tat ve atmosfer anlamında bana Baylan Pastanesi'ni anımsattı (İtalyan tatlarıyla tabi ki). Ben burada seçimimi Sicilya usulü Cannoli'den kullandım. Cannoli dedikleri, çıtır çıtır (biraz da sertti, yerken başlarda zorlandım) silindir şeklindeki hamurdu. Bunun içine antep fıstıklarıyla süslenmiş enfes bir krema vardı (çikolata kreması gibi bir iki opsiyon daha vardı, daha hafif geleni seçtim). Kocamandı ve yerken her saniyesinde mutluluğu tadıyordunuz. Aslında bunu yerken de video'm var fakat yeme görüntülerim pek elit görünmediğimden koymamaya karar verdim :)











(Menüdeki kahve ve tatlı seçenekleri)



Bir de, hayatım da ilk defa kahve içtim. İtalya kafelerinde sıklıkla rastlayabileceğiniz "Cafe Ginseng". Tabi ilk deneyişim olduğundan başta biraz acı geldi ama sonra içimi ısıttı ve bir enerji doldurdu. Bu deneyimden çok memnun kaldım, gittiğime çok seviniyorum!













                             
 (1700'lü yıllardan beri varolan tarihi Caffe Greco)
(Cannoli ve Cafe Ginseng'le birlikte)










                            


 (Fiyat/Fayda dengesi hakkında fikir sahibi olabilmeniz için, hesabımız)



Son olarak, akşam yemeği için Alfredo'ya gittik. Buranın özelliği ne mi? Fettucini makarnasındaki meşhur Alfredo sosunu icat eden mekan! Bir sürü yıldızın ve politikacıyı konuk etmiş. Eski başbakanlarımızdan Mehmet Fuad Köprülü'nün de imzası, tam da bize ayırdıkları masanın yanında çerçevelettirilmişti. Garsonun adı, yanılmıyorsam Arman'dı (nereli olduğunu öğrenemedim ama Arman'ı sadece Türk ismi olarak bilirdim) ve bize çok dost canlısı davrandı. Tatlıları görmek istediğimde normalde almadıkları halde beni mutfağa aldılar ve buzdolabında tatlılar için kullanılan çeşitli malzemeleri ve bazı tatlıları gösterdiler. Pek fotoğraflık değildi, zaten şansımı da fazla zorlamayayım dedim 😉  Ayrıca sonunda Arman Bey bize bir paket fettucini hediye etti, çok makbule geçti!



Yemek kısmına geçersek, İtalyanların antipasti adını verdiği başlangıçlardan, İngilizce'de flan olarak adlandırdığımız, kek hamuru yumuşaklığında fakat buranın uyarlamasına göre kereviz soslu ve içi patatesli&bezelyeli olan yemeğe bayıldım! Çok hafif ve lezzetliydi. Ama asıl büyü, fettucini soslu alfredo'da gizliydi tabi ki! Sos kremalı olduğu için çok şekerli olmasından korkuyordum (Türkiye'de çok tatlı bir tane denediğimi hatırlıyorum, çok ağırdı) ama mükemmeldi! Hazırlanan fettucini'yi kocaman tepsisinde buharlarını tüttüre tüttüre karıştırdılar garsonlar. Anne ve babama birer tabak doldurdular, kocaman tepside kalanın hepsini de bana verdiler! Çoğunu bitirdim, az bir kalanı üzülerek de olsa babama tasfiye ettim 😓   En iyi tatlıları olarak nitelendirdikleri tiramisunun kremasında biraz hayal kırıklığı yaşadım çünkü köpüklü gibiydi biraz. Buna rağmen hiç renk vermedim ve hesapla gelen ankete de tam puan verdim çünkü çok keyifli bir deneyimdi.







(Sunumu güzel, tadı ise orta olan tiramisu)



(Flan-yeşil sos kerevizli)



(Fettucini ile olan sevgi bağım 😀 💜 )






(Hesabımız- şarapları, 2 antipasti'yi, ve 3 fettucini'yi düşünürseniz hiç fena deği)











Vay canına! 1124 kelime olmuş, sizleri daha fazla tutmayayım, Floransa maceraları da bir sonraki yazıma kalsın 😊  Bonus olarak da Pantheon'un dibinde dövüşen martıların videosunu koyuyorum, sağlıcakla kalın!






Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Asya'dan Dünyaya Açılan Lezzet: Suşi

700 Gr Mutluluk ve Daha Fazlası

Çarlara Layık Charbroiled Burger