Alsace Gezisi

Proje dahilinde yazdığım son yazıma hoş geldiniz. Bunda bir tuhaflık hissettim, etiketlerden ne yemek yazısı ne de otel yazısı bu yazıya uymayacak çünkü. Biraz tema dışına çıkmak beni rahatsız etse de, 5 günlük okul gezimizde öne çıkan şeyler oteller ve restoranlar değildi. Onlardan da kısaca bahsedilir ama ben bu yazımda yakın arkadaşlarımdan Meltem'le gezdiğim katedrallerden bahsetmek istiyorum. Sanırım bu, onun planında da vardı o yüzden umarım beni affeder 😅  ama Europapark yazım da Pelin, o ve benim ortaklaşa yazdığımız gezi günlüğü olarak okulun dergisinde (Kardelen) çıkacağından, elimde bu kalmıştı. Gönlünü almak için de ona ufak bir reklam yapayım, şahsen sevdiği şeyleri ve yerleri anlattığı için çok tutkulu, dolayısıyla güzel ve profesyonel yazdığını düşünüyorum: meltemtiryaki.blogspot.com (Meltem'in Melodisi)

Bunu da aradan çıkarttıysak asıl konumuza dönelim çünkü insanın gittiği yerlerin detayları ister istemez yavaş yavaş kafasından siliniyor. İlk durağımız Basel Havaalanından tahminimce 1-1.5 saat mesafedeki Strasbourg'tu. Burada güzel bir bateau mouche (tekne demek ama Fransızca söyleyince daha bir estetik geldi 😜 ) turu yaptıktan ve Avrupa Parlementosu'nu gezdikten sonra (ki belki 04.00'te kalkıp bütün gün gezdiğimizden olabilir ama grubun geneli burada çok sıkıldı) otelimize girişi gerçekleştirdik. Otel merkezden çok uzak değildi ve ufak olmasına rağmen iki tek kişilik yatak ve bir komodinin bulunduğu sevimli bir asma katı ve garip bir şekilde sabunsuz, ufak bir banyosu vardı. Normalde kalmak istemem ama uygun fiyatlı denilebilir ve gezginler için ideal, en azından bir otel zinciri güveni sağlıyor (B&B Exclusive Guesthouse). Yalnız beni gerçekten rahatsız eden, yatak ve kahvaltı iddiası olan ve kahvaltı salonunda "Evinizdeki gibi kahvaltı" yazan bir otelin kahvaltısının vasat altı olmasıydı. Tamam, tabi ki Türk kahvaltısındaki çeşitliliği beklemek yanlış bir tutum olur ama kontinental kahvaltı dediğinizde akla gelen şu olmamalı: 2 tip reçel, 2 tip mısır gevreği, ekmek ve içecekler. Mesela şeker hastası olan babam burada kalıyor olsaydı, hiçbir şey yiyemezdi, en fazla kahve içerdi ki ben bile burada yediklerimle hemen acıktım, 2 saatte bir yemek yemesi gereken biri nasıl doysun? Aman yine otel/yemek yazısına kayıyorum o yüzden haydi devam.

İkinci günümüzde Europapark'ın ardından, Strasbourg'ta serbest zamanımız oldu. Biz de özellikle Meltem'in görmek için yanıp tutuştuğu Notre Dame de Strasbourg Katedrali'ne gittik ve gerçekten büyüleyiciydi. Baş döndüren yükseklik, çok ince detaylar... 1424 yılda inşası tamamlanıp, 1439'da açılan bu 142 metrelik bu katedral, sivri kuleleriyle gotik mimarinin mükemmel bir örneği. Gezimizin en önemli duraklarından da biriydi bence. Sonra baktım bir hanım küçük bir köpek heykeline dokunuyor, fotoğraf çektiriyor. Ayasofya'da uğur getirmesi için el sürülen taşı hatırlattı, sordum, teyzenin sözcük kullanımı biraz kompleks olmasına rağmen, anladığım kadarıyla bu köpekle ilgili tahminim doğruymuş. Bir de katedralin ön ve arka kısımlarındaki dükkanlarda heykelciği satılıyormuş (baktım 30 euro'ydu!) - zaten onun dışında söylediği bir iki şeyi de anlamadım, kadıncağızı da zorlamak istemedim. Sonra yan tarafta demir çitlerle kapatılmış görkemli bir oda gördüm, içinde insanlar dua ediyordu ama nasıl girdiklerini çözemedim, sadece uzaktan fotoğrafını çektim. Ardından öğrendim ki orası ziyaretçilere açık değilmiş, sadece dua etmek içinmiş. Fotoğraf uzaktan da olsa çektiğim için suçlu hissettim ama sildim mi? Hayır 😂 Katedralin mini dükkanının (daha çok tezgah gibiydi) da bulunduğu tarafta dünya maketli bir yapı gördüm, onu da anlamadım, cahil cahil geziyorum diye kendimi yerken şansıma Fransızca öğretmenlerimiz de oradaydı, onlara sordum. Zamanının çok ilerisinde bir teknoloji olarak, sırf yerel saati değil, her birini bir mitolojik tanrının sembolize ettiği haftanın günlerini, güneş saatini, ayı, yılı, astrolojik burçları ve gezegen hareketlerini hesaplamaya yönelik 18 metrelik bir başyapıt!



 Objektifimden Notre Dame de Strasbourg Katedrali... Tamam artistlenmeyeyim telefonla çektim 😀  fotoğraf çekerken hala bazen elim titriyorken böyle şaşalı fotoğrafçı cümleleri kabul etmeliyim ki bana olmuyor.
 Buradan tamamı belli olmasa da bahsettiğim o küçücük detaylar biraz da olsa anlaşılıyordur sanırım...



















Uğurlu köpekçik... minnacık, çok sevimli bir şeydi. 💞


Astronomik saat. Dönemi için büyük bir mucize.



















Yemekten bahsetmeyi pek düşünmüyorum demiştim ama şunu atlarsam olmaz: Serbest zamanımızın bitişine yakın, buluşma noktamızın oradaki alışveriş merkezini ararken bir ara sokakta pek enteresan bir dondurmacı keşfettik. Karpuzdan kiviye, envai çeşit sayılır mı bilmem ama birkaç değişik aromalı dondurma satıyordu. Denemişken en değişikleri deneyeyim dedim ve menekşeli ve badem özlü aldım. Badem özlünün ilginç tarafı mavi olmasıydı ama onun tadı çok hoşuma gitmedi, hani dilinizde rahatsız edici bir kuruluk yaratan yemekler olur ya, onun gibiydi. Ama doğal olarak mor olan menekşeli dondurmayı çok beğendik (Meltem'de menekşeli, hindistan cevizli ve çikolatalı dondurmalardan almıştı tabi ben de size bahsedebilmek bahanesiyle onlardan tırtıkladım 😂  -hindistan cevizli olan paketle tozu satılanlar gibiydi pek hoşuma gitmedi ama çikolatalı da güzeldi).



Sırf renkli olmasıyla bile çok çekici görünüyorlar bence. Dondurmalarımız ve kiliseden aldığımız hediyeliklerin olduğu naylon poşetler klas bir görüntü veriyor 😀  Gerçi ben özellikle Fransa'da naylon poşet kullanımı azaltılmaya çalışıldığı için gittiğimiz yerlerin çoğunda naylon poşet vermelerini garipsemiştim.











Tabi katedral ve şehrin mimari dokusunu hissetme kısmında zaman kaybettiğimiz için pek alışveriş yapamadık, çoğu dükkanın önünden hızlıca geçtik ama pişman değiliz, görüşüm bunun bize daha çok şey kattığı yönünde.

Ertesi gün otelimizden ayrılıp, aynı otelin Mulhouse şubesine geçmeden önce Colmar'da geleneksel bir restoranda öğle yemeği yedikten sonra, serbest zamanımız oldu. Boş durur muyuz? Hayır!
Şehrin en ünlü müzesi Musee Unterlinden'i en son görmemiz nedeniyle ona sadece yarım saat ayırmanın anlamsız olacağı kanısındaydık, bu nedenle sadece oranın en meşhur yapıtı Isenheimen Altar'ın müze hediyelik dükkanındaki bir kitabın üzerinden fotoğrafını çektik 😅  Diyeceksiniz, o zaman siz ne yaptınız ki? Biz 2 katedral, 1 kilise ve sokakları hissederek gezdik!




Mulhouse'ta serbest zamanımız bir iki saat buz pateni yaptıktan sonra olduğundan çok yorgunduk ve daha çok alışveriş yerleri, dükkan dolu sokaklar ve yemek yemeye odaklandık. O yüzden Colmar aslında yazımızın finaline bir giriş diyebiliriz. Önce Aziz Mathieu Protestan Kilisesi'ne girdik: burası kilise olduğundan küçük sayılırdı fakat yine de vaktiniz varsa bir uğrayın derim. Gönüllü hanımefendi çok yardımseverdi. Buranın dikkat çekici yanı bir duvarında asılı, İsa'nın öyküsünü anlatan resimler ve kilise ve katedrallerin bir klasiği olan vitraylardı. Her ne kadar çarmığa gerilmiş Hz İsa gibi yapıtlar olsa da, Protestanlar putlaştırmamak için dinsel motiflerle heykel tarzı çalışmalar yapmayıp, onlara dua etmeye özendirmemeyi amaçladığından biraz daha sade kalıyordu. 


 İki adamın büstü dışında kilisede gördüğümüz tek heykel, çarmığa gerilmiş Hz İsa.























Sonraki durağımız, muhtemelen ikimizi de gezide en çok etkileyen katedraldi: Aziz Martin Kilisesi. Gotik mimarinin bir başka muazzam örneği, Hogwarts vari yapısıyla dikkatimizi çekti iki Harry Potter hayranı olarak. İçerisi bir ayrı nefes kesiciydi. Çok yüksek tavanlı (71 metre yükseklik yani Notre Dame de Strasbourg'un yarısı kadar diyordu ama yine de çok fazla geldi) ve çok geniş, dua edip mum yakmak için birden fazla alanı bulunan bir yerdi. Burası için fazla söze gerek yok, çok fazla fotoğraf çektim o yüzden sizi de sıkmadan birkaç tane paylaşabilirim.

 Bir başka süslü işlemeli kapı.


 Biraz karanlık ve burada çıktığı kadarıyla ufak bir panaroma oldu ama içerisinin havasını biraz da olsa anladığınız kanısındayım.

 Meryem Ana ve İsa bebek. Burası bir Katolik kilisesi olduğundan Hz İsa heykelini görebiliyoruz.
Bir katedralin olmazsa olmazı vitraylardan... 
Dua eden bir hanımefendi de kadraja girdi habersizce, bilseydi rahatsız olmayacağını umuyorum. Burada yanlış hatırlamıyorsam İkinci Dünya Savaşı şehitleri için bir köşe ayrılmııştı, çünkü burada bir yerde onu gördüğümü hatırlıyorum, sadece bu oda mı emin olamadım. Her halükarda, muhteşem işçiliğin bir başka örneği.













Ne yazık ki yazıda geçen son durağımıza geliyoruz. Burası girişte bilet aldırarak ve gişenin arkası görünmesin diye dev perdelerle kapatılarak bize kaş kaldırttı doğrusu. 18 yaş altı öğrenciler olarak 2 kişi sadece 1 euro ödedikten sonra içeri girdik, neymiş buranın özelliği diye. Çok farklı bir tarafı yoktu, Aziz Martin Kilisesi favorimizdi bir kere. Yine de burası daha müzevari bir havayla ve belli bir yere kadar ilerleyebildiğimiz sahne yüksekliğindeki, heykellerle donatılmış kat gibi detaylarıyla gayet hoş bir yerdi. Diğer katedrale nazaran daha hızlı çıksak da geldiğimize pişmanız demek mümkün değil. Gezdiğimiz şehirlerin önemli noktalarıni elimizden geldiğince tanıdığımızdan, içimiz rahat, güzel bir gezi yaptığımızı düşünüyorum. Size de en az bunun kadar verimli ve eğlenceli tatiller dilerim! Gelecekte görüşmek dileğiyle...






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Asya'dan Dünyaya Açılan Lezzet: Suşi

Çarlara Layık Charbroiled Burger